30 Haziran 2017 Cuma

Sanal Gerçeklik Gözlüğü Nedir?

Bilmediğiniz ve ayrıca detaylarını merak ettiğiniz pek çok konu olabilir. Bu içerikler önemli ölçüde “Ne Anlama Gelir? sorusu ile araştırılır. Bu detaylara ise doğru ve anlamlı yanıt vermek gereklidir. Çünkü bu tarz konuların cevaplarını öğrenmek isteyen bireyler, doğru cevabı buldukları takdirde taze bilgi öğrenirler. Taze bilgi daima bir birey için değerli bir unsurdur. Peki Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile alakalı ne biliyorsunuz?

Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile ilgili öğreneceğiniz kısacık bir bilgi, sizi önemli ölçüde ilerletebilir. Günümüzde zaman çabuk geçiyor. Artık net ve öz içerik daha fazla önemli. Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile alakalı aşağıda bulunan öz bilgi, sizin için çok değerli olacaktır. Belki de bu bilgiyi arkadaşlarınız ile paylaşacaksınız.

Şu Yazımı da Okumanızı Tavsiye Ediyorum : Medya Bakanlığı Şart!

Çok fazla websitesi var ve Sanal Gerçeklik Gözlüğü hakkında çok sayıda içerik yayınlayan website var. Ben kişisel olarak bu bölümdeki konuları elimden geldiğince izlemeye çalışıyorum. Her şartta taze detaylar öğrenip, bunları İNTERNET SİTEMDE yayınlamaya uğraşıyorum. Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile ilgili içerik de bunlardan biridir.

Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile ilgili internette araştırma yaptığımda aşağıda bulunan özet içerik ile rastlaştım. Bu içerik şahsınızın bilgi isteğini görecektir diye düşünüyorum.

Sanal gerçeklik, gerçek hayattaki ortamların bilgisayarlar aracılığı ile taklit edilmesine denir. Sanal gerçeklikte esas amaçlanan nokta, sanal gerçeklik kaskını taktığımızda kaskta (yada gözlükte) bulunan ortama adapte olup gerçekte bulunduğumuz ortamı unutmaktır. Sanal gerçeklik ortamları genelde kafanıza taktığınız bir kask yada gözlük ile oluşturulur.

Bu konuda yukarıda ifade edilen cümleyi okuduysanız, yeterli detaylara sahip oldunuz demektir. Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile ilgili herşeyi keşfetmek zorunda değilsiniz.

Anlamak istediğiniz bilgiyi yukarıdaki sarı alan içerisinde öğrendiniz diye düşünüyorum. Sanal Gerçeklik Gözlüğü hakkında çok detay var ve herşeyi okumak zorunda değilsiniz.

Bahsi geçen konuda öğrendiğiniz bilgiyi hayatınızda mutlaka uygulamaya geçirmelisiniz. Bu içeriği hatırlayamama olasılığınız var ise bu içeriği YER İMLERİNE kaydedebilir ve TEKRAR KİŞİSEL İNTERNET SAYFAMI ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ.

Şu Yazımı da Okudunuz Mu? : Sparkol Videoscribe ile Eğlenceli ve Etkileyici Videolar Yapın

Web sitemi yine ziyaret etmeniz benim için çok önemli bir konu. Bu şahsıma saygı gösterir. Ben de size gücüm yettiğince daha akılda ikrar eden ve daha yararlı detaylar sunmak için gayret edeceğim.

Sanal Gerçeklik Gözlüğü ile alakalı öğrendiğiniz bu detayları kesinlikle aklınızdan çıkarmayın. Hayatınızın herhangi bir döneminde bu bilgilere gereksiminiz olabilir. Bu yazıyı arkadaşlarınıza FACEBOOK‘tan, TWITTER‘dan ve WHATSAPP‘tan paylaşmanızı tavsiye ederim. Ayrıca WEBSİTEME ABONE OLMANIZI isterim.

Sitemi ve yazılarımı tekrar ziyaret etmeniz dileğiyle.

www.mtasdemir.com

The post Sanal Gerçeklik Gözlüğü Nedir? appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2t7u694

Foseptik Nedir?

Anlamını bilmediğiniz ve ayrıca detaylarını öğrenmek istediğiniz pek çok konu olabilir. Bu içerikler önemli ölçüde “Ne Demek?” suali ile araştırılır. Bu detaylara ise kesin ve anlamlı cevap hazırlamak gerekir. Çünkü bu tarz detayların yanıtlarını öğrenmek isteyen bireyler, doğru yanıtı buldukları takdirde taze bilgi öğrenirler. Yepyeni bilgi her zaman bir birey için değerli bir unsurdur. Peki Foseptik ile alakalı ne biliyorsunuz?

Foseptik ile ilgili öğreneceğiniz kısacık bir bilgi, şahsınızı önemli ölçüde geliştirebilir. Günümüzde zaman çabuk geçiyor. Dikkat ederseniz net ve öz içerik daha değerli. Foseptik ile ilgili aşağı bölümde bulunan öz bilgi, sizin için çok önemli olacaktır. Belki de bu bilgiyi sevdikleriniz ile paylaşacaksınız.

Çok fazla internet sitesi var ve Foseptik ile alakalı çok fazla içerik duyuran website var. Ben şahsen bu konudaki bilgileri imkanım oldukça okumaya uğraşıyorum. Daima yeni konular öğrenip, bunları İNTERNET SİTEMDE yayınlamaya uğraşıyorum. Foseptik hakkında konu da bunlardan biridir.

Foseptik ile ilgili web üzerinde araştırma yaptığımda aşağıda yer alan özet bilgi ile karşılaştım. Bu içerik sizin ihtiyacınızı görecektir diye düşünüyorum.

Lağım çukuru ya da foseptik çukur olarak bilinen bu çukurlar, lağım şebekesinin bulunmadığı yerlerde sağlık koşullarına uygun olarak yer altında inşa edilmiş özel pis su depolarına verilen isimdir.
Bu depolar dolduğu zaman vidanjör denilen pompalarla lağım (atık) çekilir ve uygun bir yere taşınıp dökülür. Foseptik çukurlar genelde nüfusun az olduğu kırsalda kesimlerdeki mezra ve köylerde görülür. Ayrıca yazlık bölgelerde denizin kirlenmemesi amacıyla foseptik sistemi kullanılmaktadır. Kasaba, ilçe ve şehirlerde foseptik çukurların yerini kanalizasyon şebekesi alır. Kanalizasyon şebekesi, foseptik çukurlara oranla çok daha sağlıklıdır.

Bu konuda yukarıda ifade edilen paylaşımı okuduysanız, yeterli bilgiye sahip oldunuz demektir. Foseptik ile alakalı herşeyi öğrenmek mecburiyetinde değilsiniz.

Öğrenmek istediğiniz bilgiyi yukarıdaki sarı alan içerisinde keşfettiniz diye düşünüyorum. Foseptik ile ilgili çok bilgi var ve herşeyi okuyacak değilsiniz.

İlgili konuda öğrendiğiniz bilgiyi hayatınızda mutlaka gerçekleştirmelisiniz. Bu detayları unutma ihtimaliniz var ise bu yazıyı YER İMLERİNE alabilir ve TEKRAR İNTERNET SİTEMİ ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ.

Web sitemi yine ziyaret etmeniz benim için çok değerli bir konu. Bu bana değer verdiğinizi gösterir. Ben de size gücüm yettiğince daha zihinde kalıcı ve daha faydalı bilgiler sunmak için gayret edeceğim.

Foseptik hakkında öğrendiğiniz bu bilgileri asla unutmayın. Yaşamınızın farklı bir döneminde bu bilgilere ihtiyacınız olabilir. Bu yazıyı arkadaşlarınıza FACEBOOK‘tan, TWITTER‘dan ve WHATSAPP‘tan paylaşmanızı tavsiye ederim. Ayrıca WEBSİTEME ABONE OLMANIZI isterim.

Sitemi ve yazılarımı tekrar ziyaret etmeniz dileğiyle.

www.mtasdemir.com

The post Foseptik Nedir? appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2snUyht

Husuf Nedir?

Bilginizin olmadığı ve anlamını merak ettiğiniz çok fazla soru bulunabilir. Bu içerikler önemli ölçüde “Ne Demek?” sorusu ile araştırılır. Bu konulara ise kesin ve anlamlı cevap vermek gerekir. Çünkü bu şekildeki detayların cevaplarını merak eden bireyler, doğru cevabı buldukları takdirde yeni bilgi öğrenirler. Taze bilgi her zaman bir kişi için değerli bir unsurdur. Peki Husuf ile alakalı ne biliyorsunuz?

Husuf ile alakalı keşfedeceğiniz kısacık bir bilgi, şahsınızı önemli ölçüde geliştirebilir. Günümüzde vakit çabuk geçiyor. Dikkat ederseniz net ve ufuk açıcı bilgi daha fazla değerli. Husuf ile alakalı aşağıda bulunan öz bilgi, sizin için çok değerli olacaktır. Belki de bu bilgiyi sevdikleriniz ile paylaşacaksınız.

Çok fazla websitesi var ve Husuf ile alakalı çok sayıda konu duyuran site var. Ben şahsen bu konudaki bilgileri imkanım oldukça izlemeye çalışıyorum. Her zaman yeni konular inceleyip, bunları WEBSİTEMDE paylaşmaya uğraşıyorum. Husuf hakkında içerik de bunlardan birisidir.

Husuf Namazı Nedir?

Ay tutulmasıHusuf ile alakalı internette sorgulama yaptığımda aşağıda bulunan özet konu ile rastlaştım. Bu içerik sizin ihtiyacınızı giderecektir diye bir fikir yürütüyorum.Özellikle şu günlerde husuf namazı ile alakalı pek çok araştırma yapılıyor. Bu araştırmalar hakkında doğru bilgi edinmek herkesin hakkı. Siz de bu yazıyı okuduktan sonra HUSUF NAMAZI ile ilgili önemli bilgiler edinmiş olacaksınız.

Ay tutulduğu zaman, herkes kendi evinde tek başına olarak güneş tutulması namazı gibi, kıraati gizli veya açıktan okuyarak iki veya dört rekat namaz kılması iyi olur. Bu namazın camide cemaatle kılınması da, caizdir.Bu namaz, iki rekat kılınırsa sabahın sünneti gibi, dört rekat kılınırsa ikindinin sünneti gibi kılınır.

(FIKIHTA BULUNAN TEKNİK AÇIKLAMA)

Üstteki açıklamalar aslında çok teknik açıklamalardır. Kuran’a baktığmızda namaz kılmanın aslında Allah’ı yüceltmek ve O’nu övmekle alakalı bir eylem olduğunu görürüz. Saygı ifadelerinin en yüksek noktaya ulaştığı namaz ibadeti, Allah’a olan saygımızı ve sevgimizi anlatma konusunda önemli rol oynar. Allah, Namaz ibadetini belirli vakitlerde farz kılmıştır.

Şu şekilde düşünülürse eğer HUSUF NAMAZI İBADETİ, Kuran’a uygun olarak kılınabilir:

Ay tutulması olağanüstü bir olaydır ve bu olayı Allah’ın yaratmış olduğu bir harika olarak düşünerek, O’na olan saygımızı belirtmek için belirteceğimiz hususi bir ibadet olarak gerçekleştirilebilir.

(KURAN’A UYGUN SAHİH AÇIKLAMA)

Bu içerik ile alakalı yukarı alanda ifade edilen cümleyi okuduysanız, gerekli detaylara sahip oldunuz demektir. Husuf ile alakalı herşeyi öğrenmek zorunda değilsiniz.

Öğrenmek istediğiniz bilgiyi yukarıdaki sarı alan içerisinde öğrendiniz diye düşünüyorum. Husuf ile ilgili çok detay var ve herşeyi okumak zorunda değilsiniz.

Peki Husuf İle Alakalı Ne Öğrendik ve Ne Fayda Sağlayacak?

İlgili konuda anladığınız detayları hayatınızda mutlaka gerçekleştirmelisiniz. Bu içeriği unutma olasılığınız var ise bu içeriği YER İMLERİNE kaydedebilir ve TEKRAR WEBSİTEMİ ZİYARET EDEBİLİRSİNİZ.

Web sitemi tekrar ziyaret etmeniz benim için çok değerli bir konu. Bu şahsıma saygı gösterir. Ben de size gücüm yettiğince daha zihinde ikrar eden ve daha yararlı bilgiler sunmak için gayret edeceğim.

Husuf İle Alakalı Son Sözlerim

Husuf ile alakalı edindiğiniz bu bilgileri asla unutmayın. Yaşamınızın herhangi bir döneminde bu bilgilere ihtiyacınız olabilir. Bu yazıyı sevdiklerinize FACEBOOK‘tan, TWITTER‘dan ve WHATSAPP‘tan paylaşmanızı tavsiye ederim. Ayrıca İNTERNET SİTEME ABONE OLMANIZI isterim.

Sitemi ve yazılarımı tekrar ziyaret etmeniz dileğiyle.

www.mtasdemir.com

The post Husuf Nedir? appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2t7GCp5

14 Haziran 2017 Çarşamba

Sabri Sarıoğlu’na Yapılan Vefasızlık Mı?

Galatasaray futbol direktörü Cenk Ergün Sabri Sarıoğlu’nun telefon ile arayarak yönetimin ve teknik ekibin fikirlerini Sabri Sarığılu’na belirtti. Galatasaray başkanı Dursun Özbek, teknik direktörü İgor TUDOR‘un gelecek sezon için kadrosunda istemediği Sabri Sarıoğlu’nun sözleşmesini uzatılmasını istemediği ortaya çıktı.

Peki bu yapılan Sabri Sarıoğlu’na vefasızlık mı?

Bence evet!

Her ne kadar taraftarlar tarafından benimsenmese de Sabri Sarıoğlu 15 senedir Galatasaray’a emek vermiş bir futbolcu. Vermiş oldugu emekler karşılığında tekrar sözleşme yenilenmeli ve en azından kulübede tutularak Galatasaray’ın Emektar bir oyuncusu olduğunu bilmeli ve Galatasaray’ın ruhunu Taşıyan geriye kalan Nadir oyunculardan biri olduğunu kulübede hissettirmeli.

Vefa bir insan için çok önemlidir. Türk sporunda günümüzde yaşanan çalkantılı dönem insanların duygularında ve hatta kulüplerin duyguların da önemli değişikliklere yol açtı.

Para her şey demek değil!

Boş sözleşmeye bile imza atabilecek bir oyuncudur Sabri Sarıoğlu. Her ne kadar profesyonel bir oyun bile olsa futbol, vefasızlığı hak etmiyor.

Bence Galatasaray adına Sabri Sarıoğlu’na yazık oldu. Kesinlikle sözleşme yenilenmeli ve hiç maç oynamasa bile mutlaka kulübede olmalıydı. Futbol sadece sahada oynanan oyun mu?

Bence değil.

Her ne kadar taraftarlar seni benimsemese de, bir Galatasaraylı olarak sahadaki mücadeleni özleyeceğim. Umarım gelecek yıllarda Galatasaray’ın teknik kadrosunda veya yönetici kadrosunda geri alırsın. Sonraki kariyerinde başarılar dilerim Sabri Sarıoğlu.

Bir sonraki yazımda görüşmek üzere.

The post Sabri Sarıoğlu’na Yapılan Vefasızlık Mı? appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2szfFfT

12 Haziran 2017 Pazartesi

Discovery Science Tv Kanalında Yaşamın Başlangıcı Hikayeleri

Discovery Science TV kanalında organik moleküllerin kaynağı olarak uzay gösterilirken hayatın kaynağının da başka gezegenler olabileceği iddiasına yer verildi. Bu yazımızda söz konusu kimyasalların varlığının hayat anlamına gelmeyeceği üzerinde duracak, canlılığın kökenini açıklamadan uzak olan evrime dair bir çarpıtmayı daha gözler önüne sereceğiz.

Uzayda Şekere Benzer Kimyasalların Bulunması Ne Anlama Gelir?

Kimyasal maddeler evrenin her yerinde oluşabilir. Özellikle büyük yıldızlar ve nebulalar ağır metallerin oluşabildiği yüksek enerjiye sahip özel ortamlardır. Uzayda toz ve gaz bulutları da yer alır. Bu gazlar da çeşitli kimyasal bileşiklerin oluştuğu, atomların birbirleriyle çeşitli bileşikler meydana getirdiği reaksiyon ortamları olarak karşımıza çıkarlar. Evrimciler ‘hayat uzaydan geldi’ iddiasına temel olarak bu gerçeği kullanmaktadırlar.

Yüksek enerjili yıldızlar ve nebulalar canlılarda da kullanılan moleküllerin tabii kaynağıdır. Bu moleküllerin gök taşlarıyla yeryüzüne taşınması ise doğal bir süreçtir. 1969 yılında Avustralya’ya düşen Murchison meteoru incelendiğinde üzerinde pek çok kimyasal saptanmıştır. Bunlar arasında şekere benzer basit kimyasallar da bulunmuştur. Ancak ‘poliol’ olarak nitelendirilen bu kimyasallar canlı organizmaların varlığına işaret etmez. Poliol kimyasalları, her ne kadar ‘şeker alkolleri’ olarak isimlendirilseler de bildiğimiz haliyle şeker ya da alkol içermezler.

Murchison meteoru üzerinde incelemeler yapan Dr. George Cooper ve arkadaşları, küçük bir şeker molekülü olan dihidroksiaseton ile birlikte yağ molekülü olarak bilinen gliserol’e de rastlamıştır.1 Ancak, bunların canlı organizmalara işaret ettiğini iddia etmek mümkün değildir. Çünkü bu basit moleküllerin formaldehitten inorganik olarak sentezlenebileceği 1861’de Aleksandr Butlerov tarafından gösterilmiştir.2

Gezegenler arası boşlukta formaldehit bulutları bulunduğu astronomik bir bulgudur. Formoz tepkimesi olarak adlandırılan bir mekanizmaya göre, uzayda yüksek enerjili formaldehitten oluşan moleküler gaz bulutları bir baz ve metal atomu ile kataliz edildiğinde söz konusu şekere benzer moleküller meydana gelebilmektedir.

Canlılar için tek başına zehirli bir gaz olan formaldehit ise yaşam kaynaklı değildir. Formaldehit, her ne kadar organik bir molekül olarak tanıtılsa da, uzayda bulunan karbon-monoksit buzları hidrojen atomları ile tepkimeye girdiklerinde ortaya çıkan zehirli bir kimyasaldır.

H + CO → HCO, HCO + H → CH2O

Breslow da 1959’da formoz tepkimesine ait ayrıntılı basamakları ortaya çıkarmıştır. Buna göre bu zincir tepkimedeki ara ürünler glikolaldehit, gliseraldehit, dihidroksiaseton, ve tetroz şekerleridir.3 .

Formoz tepkimesinde ilk olarak 2 formaldehit molekülü yoğunlaşarak Glikolaldehit oluşturur (1), sonra aldol reaksiyonuyla Gliseraldehit meydana gelir (2). Aldoz-ketoz izomerizasyonu ile 2 Dihidroksiaseton (3), bu da 1. basamakla etkileşime girerek Ribuloz (4), sonra tekrar bir izomerizasyon ile Riboz (5) oluşur. 3 numaralı molekül formaldehit ile tekrar etkileşerek Tetruloz (6) ve daha sonra da Aldol-tetroz (7) oluşur.

Görüldüğü gibi söz konusu moleküller canlıların bulunmadığı, cansız koşullarda moleküllerin birbirleri ile elektron alışverişi sonucunda ortaya çıkan inorganik yani cansız bileşiklerdir. Bunların arasında riboz şekeri de bulunur ki, bu durum, sırf canlılarda RNA’nın yapısında da bulunuyor diye ‘RNA uzaydan geldi’ diye yorumlanamaz.

Tabi ki diğer yıldızlar ve galaksiler yeryüzündeki pek çok kimyasalın kaynağıdır. Ancak gezegenimiz diğer gök cisimlerinden farklı olarak bu cansız moleküllerin canlı organizmalar içinde hayat bulduğu özel bir yerdir.

Meteorda Aminoasitlerin Bulunması Ne Anlama Gelir?

Murchison meteoru ilginç diğer bir tespite de olanak sağlamıştır. Bu meteorun içeriğinde çeşitli aminoasitlere de rastlanmıştır. Ama bu hiç de şaşırtıcı gelmemelidir. Çünkü meteorun içerdiği aminoasitler, laboratuvar ortamında inorganik moleküllerin tepkimeye sokulması ile elde edilebilen aminoasitlerin aynısıdır. Özel kapalı vakum bir ortamda Metan, Nitrojen, Su ve Amonyak moleküllerine elektrik verildiğinde oluşabilen tüm kimyasallar aynı şekilde bu meteorda da mevcuttur. Ne var ki, hem meteorda hem de laboratuvarda elde edilen aminoasit karışımı rasemik bir karışım olup, eşit miktarda sağ ve sol elli aminoasitlerden oluşmaktadır.4 Canlıların yapısı sırf sol-elli aminoasitlerin varlığını şart koştuğundan, söz konusu aminoasitlerin canlı organizmalar tarafından kullanılması imkansızdır.

Dahası ve en önemlisi, tek başına aminoasitlerin varlığı ise canlılık anlamına hiçbir şekilde gelmez. Aminoasitler nano-makineler olan proteinlerin yalnızca yapıtaşı olan kimyasallardır.  Canlı organizmalarda, bu aminoasitler de kendi aralarında seçilime tabidirler. Proteinlerin inşasında kullanılan aminoasitler hep sol elli olmak zorundandırlar. Canlı organizmalar içinde sağ elli aminoasitlere kesinlikle yer yoktur. Proteinlerin inşası bu yönüyle hata kabul etmez bir süreçtir. Proteinlerde kullanılan aminoasitlerin yalnızca sol elli olmaları bugün hala tam olarak sebebi anlaşılamamış çok hassas bir atomik detaydır. Bununla beraber, bir protein üretimi, yüz ayrı proteinin varlığına bağlıdır. Bu proteinlerin yardımı olmadan, aminoasitlerin bir araya gelip proteinleri oluşturması imkansızdır. Protein üretimi için DNA’daki şifre ve bir fabrika olan ribozomun varlığı gereklidir. Ribozom zaten büyük ölçüde protein ve RNA’dan oluşmuş bir yapıdır. Dolayısıyla proteinleri oluşturan fabrikanın da proteinlerden meydana geldiği gerçeği, Darwinistlerin meteor teorisini tümüyle alt üst etmektedir. Ribozomdaki protein üretimi sırasında, aminoasitler genetik kodlarla belirlenmiş bir sıraya göre ortamdan seçilip birbirlerine bağlanacaklardır. Sonuç olarak, DNAsı, proteinleri ve tüm organelleriyle tam ve eksiksiz bir hücre olmadan canlılıktan bahsetmek mümkün olamaz. 

Meteorla bir aminoasit molekülünün dünyaya ulaştığı varsayılsa bile, bu molekül çevredeki şeker molekülleri ve oldukça yıkıcı özellikteki serbest radikallere bağlanarak yok olup gidecektir.

Hücre Öncesi “Proto-Hücre” İddiası

Evrimciler de farkındadırlar ki, aminoasitleri birbirine kaynaştıran peptid bağları Güneş’ten gelen ultraviyole ışınlarına maruz kalmamalıdır. Bunun için Darwinistler, hayali ilk taslak hücrenin Güneş’ten uzak, korunaklı ama yeterince de enerji içeren bir ortamda oluştuğunu kurgularlar. Bu yüzden okyanusların derinlerindeki jeotermal sıcak su kaynaklarının (jeotermal alkalin bacalar) uygun bir ortam olduğuna inanırlar. Diğer bir anlatımda ise, yine hücreler için korunaklı bir ortam olarak yüzeyde bulunan, Güneş’ten uzak olup da gölgede kalabilmiş Jeotermal kaya havuzları tarif edilmektedir. Bu kurguya göre ‘bağımsız yağ molekülleri’ bir araya gelerek kabarcıklar oluşturmuş, böylece ilk ‘proto-hücreler’ oluşmuştur.

Ancak burada unutulan –ya da kasıtlı olarak ihmal edilen- çok temel bir gerçek vardır. Yağ moleküllerinin kaynağı, her zaman için ancak ve ancak canlı bir hücredir. Yağ doğada kendi başına meydana gelemez, yalnızca canlı bir hücredeki proteinler tarafından üretilebilir. Hücre zarını oluşturan fosfolipidler, hücrede Endoplazmik Retikuluma yapışık durumdaki Sitozol organelinde üretilir. Üretimi için ise onlarca özel proteine ihtiyaç vardır. Bunlardan bazıları GPAT ve LPAAT açil-transferazları, fosfataz, kolin fosfotransferaz, flippaz ve floppaz’dır. Dünya üzerindeki yağ moleküllerinin kaynağı ilk olarak algler daha sonra kara bitkileri olmuştur. Yağ moleküllerini inorganik, basit kimyasallar olarak nitelemek tamamen yanlış olacaktır. Görülebildiği gibi, yağ molekülleri için de öncelikle proteinlere ve proteinlerin faaliyet yapabileceği canlı hücresine ihtiyaç vardır.

Canlılık Uzaydan Geldi İddiası

Hayali evrim mekanizmaları tek tek geçersiz kılındıkça evrimciler çareyi çok uzaklarda, uzayda aramaktadırlar. “Canlılık ilk olarak uzayda başladı” söylemi, “hayatın yeryüzünde kendi kendi başladığı” yalanının bilimsel olarak çürütülmesiyle başvurulmuş bir başka aldatmacadır. Kanıtlara veya bulgulara dayalı bir açıklama değildir. Darwinistlerin “Panspermi” diye isimlendirdikleri bu iddia, ilk hücrelerin dış uzaydan geldiğini, “uzaylı otostopçular” adı verilen meteorların dünya yüzeyini bu organizmalarla bombardıman ettiğini anlatır. Yine bu masala göre, hayat önce Mars’ta başlamış, Mars yüzeyine inen şiddetli bir darbe, içi bakteri dolu kayaları uzaya fırlatmış, o kayalar da meteorlar şeklinde canlılığı Dünya’ya taşımıştır!

Meteorlarla canlılığın dünyaya taşındığı masalının hiçbir bilimsel değer içermediğini önceki başlık altında anlatmıştık. Bunun ötesinde, bizim Darwinistlerden beklediğimiz başka bilimsel cevap ve açıklamalar bulunmaktadır. Bizler, evrimcilerden cansız kimyasalların evrenin neresinde olursa olsun hangi mekanizma ile hayat bulduğunu delilleriyle ortaya koymalarını beklemekteyiz. Ancak buna dair bir bilimsel açıklama bir türlü gelmemektedir; zaten gelmesi de imkansızdır. Bu tür kurgusal açıklamalar ise yalnızca evrimcilerin hayal gücünü gösterir. Gözlem ve deneye dayalı olması gerekirken, bilimden uzak olan bu iddialar ancak vakit kazanma amaçlı olup, çöküşe giden evrim teorisini ayakta tutma çabasıdır. Bunlar, eğlenceli masalsı senaryolardan öte değere sahip değildir.  

Belgeselin son kısmında da şöyle bir itirafa yer verilmiştir:

Yaşamın Mars’ta da ilk nasıl ortaya çıktığını bilemiyoruz, yani ilk soru yine cevapsız kalıyor. Yaşam nasıl başladı?’ Şu an hayatın uzaydan mı geldiğini, dünya okyanuslarının derinliklerinde mi başladığını bilmiyoruz.

SONUÇ

Hayat ancak hayattan gelir. Cansız maddeler milyonlarca sene de geçse kendi kendilerine bir araya gelip canlı bir hücre meydana getiremezler. Dünya ise bu kimyasal bileşiklere can verilmiş bir gezegendir. Canlılık o atomları ve molekülleri hareket ettirip yöneten, sonsuz güç sahibi Yüce Allah’ın yaratması ile meydana gelir. Bu gerçeği görmeyi reddettikleri sürece, Darwinistlerin söz konusu mizahi açıklamaları, sürekli onları küçük düşürmeye devam edecektir.

Rabbimiz ayetlerinde şöyle bildirir:

Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı (nuru) kılan Allah’adır. (Bundan) Sonra bile, inkar edenler, Rablerine (birtakım varlıkları ve güçleri) denk tutuyorlar. Sizi çamurdan yaratan, sonra bir ecel belirleyen O’dur. Adı konulmuş ecel, O’nun Katındadır. Sonra siz (yine) kuşkuya kapılıyorsunuz. (Enam Suresi, 1-2)

KAYNAK:

1. http://ift.tt/2he7H76
2. A. Boutlerow, “Formation synthétique d’une substance sucrée” Comptes rendus 53: 145-147. Reprinted in German as: Butlerow, A., 1861
3. Breslow, R. (1959). “On the Mechanism of the Formose Reaction”. Tetrahedron Letters. 1 (21): 22–26
4. Miller SL. et al, Nonprotein amino acids from spark discharges and their comparison with the murchison meteorite amino acids, Proc Natl Acad Sci U S A. 1972 Apr;69(4):809-11

KAYNAK SİTE

The post Discovery Science Tv Kanalında Yaşamın Başlangıcı Hikayeleri appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2rTx7uq

Zer Alemi : İnsanın İlk Yaratıldığı Alem Hakkında Bilgi

Zer alemi ifadesini daha önce duydunuz mu? Duymadıysanız söyleyeyim. Bu konuda eğer gerçekten bir şey bilmiyorsanız, şu anda okuyacaklarınız gerçekten insanlık adına bildiğiniz bir çok şeyi değiştirebilir. İnsanın en başta dünyada yaratıldığını öne sürenler veya insanın varoluş sürecini evrimsel bir sürece dayandırmak isteyenler kesinlikle yanılmaktadırlar. Bu yazımda size ZER ALEMİ hakkında ve ZER ALEMİNDE İNSANIN YARATILIŞI hakkında önemli bilgiler paylaşacağım:

İnsanın Varoluşuna Evrimsel Bakış Açısı ve Bunun Yanlışlığı

Günümüzde insanın varoluş sürecini açıklayan iki tür düşünce var. Bunlardan birisi evrimsel süreç ve diğeri ise yaratılış. Evrimci var oluşu savunan düşünceyi belirtmeye çalışan EVRİM AĞACI.ORG’a göre,

Zaman geçtikçe “ortak ata” konumundaki canlının popülasyonları çeşitli sebeplerle (mekanik, zamansal, davranışsal, coğrafi) izole olur. (Evrim Ağacı.org’un izahatı)

Halbuki bu açıklama oldukça yanlış bir açıklamadır. Çünkü;

  1. Mekanik sebepler, canlının genetiğinde rastgele sonuçlar ile daha yararlı sonuçlar oluşturmaz. Rastgele seçillim ile ortaya çıkan sonuçları, mevcut yararlı sonuçlar ile kıyasladığımızda çok daha fazla bir şekilde rastlamamız gerekir. Ancak deneme-yanılma sonucu ortaya çıkan bozuk türlerle ilgili kalıntılar BULUNAMAMIŞTIR. (Her ne kadar çizim ve sözde propagandalar ile bunun aksi için uğraşılsa da)
  2. Zamansal sebepler, canlıda daha faydalı özellikler ortaya çıkarmaz. Aksine genetik yapı korunmaz ise zaman geçtikçe mutant canlılar ortaya çıkar ve bunlarda oldukça BOZUK TÜRLER oluşturur. (Bknz. Mutant Canlılar)
  3. Davranışsal sebepler, genetik yapıda herhangi bir pozitif sonuç oluşturamayacağı için canlıda pozitif yönde bir ilerleme sağlamaz.
  4. Coğrafi sebepler hakkında şöyle konuşmak gerekebilir. Bir canlının DNA’sında yaşayabileceği her ortamda göre uyumlu genler barındırır. Genetik yapı buna müsaittir. Ancak DNA’da bu yapı baş bir türe dönüşümsel yapı oluşturmaz.

Kısacası, ortak ata olarak bahsedilen tür, kendi döneminde kendisini korur. Ya belli bir dönem içinde türü sona erer veya genetik olarak aynı tür, sürekli olarak değişmeden aktarılır. Türler birbirleri arasında genetik geçişsel olarak bağlı değildir. 


Allah’ın İnsanı Yaratmasının İlk Aşaması : Zer Alemi

İnsanın ilk olarak dünyada yaratıldığını ve hayatının sadece dünya ile sınırlı olduğunu düşünenler, aslında yanılmaktadırlar.

Zer Alemindeki Yaratılış Kısmı

Fakat bundan öncesi de vardır. İşte bu kısım çok önemlidir. Bu kısımda insan herhangi bir şekilde eksiklik ve acizlik olmadan yaratılmıştır. SADECE MADDE ÜSTÜ BEDEN ve RUH vardır. Bu yaratılışın ardından ZER ALEMİNDE insanın canı alınmıştır. Bu kısmın açıklaması ayette şu şekilde geçmektedir:

Hani Rabbin, Ademoğullarının sırtlarından zürriyetlerini almış ve onları kendi nefislerine karşı şahidler kılmıştı: “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (demişti de) Onlar: “Evet (Rabbimiz’sin), şahid olduk” demişlerdi. (Bu,) Kıyamet günü: “Biz bundan habersizdik” dememeniz içindir. (A’raf Suresi, 172)

Ruh sahibi bireyler, Allah’a karşı verdikleri sözde duracaklarını belirttikten sonra, Allah bu bedenlerin canlarını alır. Bu kısım birinci yaratılış ve birinci can alma safhasıdır.


Dünyadaki Yaratılış Kısmı : İkinci Aşama

İkinci yaratılış kısmı ise dünyadaki yaratılış kısmıdır. Bu kısımda da ikinci yaratılış vardır. İkinci ölüm kısmı da yine burada olacaktır. 

Andolsun, insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık. (Hicr Suresi, 26)

Allah dünyada insanı yaratırken dosdoğru bir şekillendirme ile  balçık kullanarak yaratmıştır. Bu insanın maddi bedenidir. Bu şekillendirmenin ardından gelişen süreç ayette şu şekilde açıklanır:

Ona ‘bir biçim verdiğimde’ ve ona Ruhum’dan üfürdüğümde hemen ona secde ederek (yere) kapanın. (Hicr Suresi, 29)

Son Yaratılış : Artık Ölüm Yok

3. yaratılış ve sonsuz ömür ahirette olacaktır ve bundan sonra ölüm ASLA GERÇEKLEŞMEYECEKTİR. Sonsuz hayat ile birlikte dünyadaki eğitimlerini alan insanlar, hesaplarını ahirette verecekler ve dünyada iken yapıp ettikleri konusunda sorgulanıp, sonsuz hayatları hakkında son karar verilecektir.

Kendi nefislerine zulmetmeyenler, kendi nefisleri hakkında samimi davranıp verdikleri sözde duranlar, Allah’ın rahmeti ve rızası ile karşılanacak ve sonsuza kadar EĞLENCE ve ZEVK yurdu olan cennette konaklayacaktır.

Kendi nefislerine zulmedenler ve Allah’ın yaratmış olduğu sanatı ve güzellikleri hor görenler, inkar etmelerinin bedeli olarak yaptıkları zulme göre CEZALANDIRILACAKLARDIR.

Bir sonraki yazımda görüşmek üzere. Beğendiyseniz paylaşmalısınız!

 

 

The post Zer Alemi : İnsanın İlk Yaratıldığı Alem Hakkında Bilgi appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2stzBRD

Ölümden korkmak CNN programcısı Larry King’e hiçbir fayda sağlamaz

 CNN’de yayınlanan Larry King Live adlı programın sunucusu Larry King, geçtiğimiz günlerde programında ölümden çok korktuğunu dile getirmişti. Ünlü televizyoncu sözlerinde ölünce bir yere gideceğini düşünmediğini, (Allah’ı tenzih ederiz) asıl bu nedenle ölümden korktuğunu ifade etmiş, bunu düşünmesinin sebebini de bir inanca sahip olmamasına bağlamıştı.

Bu sözlerinden de anlaşıldığı üzere diğer bazı insanlar gibi Larry King’in sorunu ahiretin varlığına inanamamaktır. Öldüğünde yok olacağını düşünmekte, bu da kendisini korkuya kaptırmaktadır. 
Bazı insanların ahiretin varlığından kuşkuya kapılmalarının önemli bir nedeni maddenin gerçek mahiyetini anlayamamalarıdır. Maddeyi mutlak varlık zanneden ve madde dışındaki varlıkları yok kabul eden bu insanlar gerçekte büyük bir yanılgı içindedirler. İnsanın yalnızca maddeden, yani etten ve kemikten ibaret olduğunu düşündükleri için kendilerince kemik haline dönmüş bir insanın yeniden dirileceğine inanamamaktadırlar. Oysa hiç kuşku yok ki dirilecek olan ne et ne de kemiklerdir. Nitekim insanı insan yapan eti kemiği değil, ruhudur. Sevinen, şefkat duyan, düşünen, karar veren, müzikten, manzaradan zevk alan, güzel yiyeceklerden ve içeceklerden hoşlanan, bunların tümünü gerçekleştiren insanın eti kemiği değil, ruhudur. Şuur sahibi olan her insan kendisinin ruh sahibi olduğunu anlar, kendisinin asıl yurdunun dünya değil, ahiret olduğunu da kavrar. Nitekim ruhun ait olduğu asıl yurt dünya değil ahirettir. Bu konuyu ayrıntılı incelemek için bakınız:
Bu noktada aklı ve vicdanıyla düşünen ruh sahibi insan dünyanın ancak ahirete hazırlık olduğunu, bu hazırlık sürecinde her an bir sınavdan geçtiğini ve bu sınavı hakkıyla verebilmek için daima iyi ve güzel davranışlarda bulunması gerektiğini bilir. Bu dünyayı yaratanın Allah olduğunu ve Allah’ın kendisine şah damarından daha yakın olduğunu hiçbir zaman unutmaz. Allah’ı dost edinir ve hayatını O’nun rızasını arayarak geçirir. Allah’ın hoşnutluğunu kazanmayı amaç edinerek yaşayan bir insan ölümle karşılaştığında melekler tarafından güzellikle karşılanacak, Allah tarafından sonsuz cennet hayatıyla ödüllendirilecektir.
Bu dünya hayatı, yalnızca bir oyun ve “(eğlence türünden) tutkulu bir oyalanmadır. Gerçekten ahiret yurdu ise, asıl hayat odur, bir bilselerdi. (Ankebut Suresi, 64)

KAYNAK SİTE

The post Ölümden korkmak CNN programcısı Larry King’e hiçbir fayda sağlamaz appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2sjAywb

11 Haziran 2017 Pazar

Tekrar tekrar bakmak isteyeceğiniz 25 Uğurböceği

Allah’ın boyası… Allah(ın boyasın)dan daha güzel boyası olan kimdir? Biz (yalnızca) O’na kulluk edenleriz. (Bakara Suresi, 138)

  

O Allah ki, Yaratan’dır, (en güzel bir biçimde) kusursuzca var edendir, ‘şekil ve suret’ verendir. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanların tümü O’nu tesbih etmektedir. O, Aziz, Hakimdir. (Haşr Suresi, 24)

 

REFERANS SİTE

The post Tekrar tekrar bakmak isteyeceğiniz 25 Uğurböceği appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2sibW6P

Michael Skinner’e cevap: Epigenom DNA’ya YENİ BİLGİ SAĞLAMAZ

AEON dijital dergisine ait web sitesinde Darwinist Prof. Michael Skinner, yeni bir evrim iddiası ile ortaya çıktı. 9 Ekim 2017 tarihli makalesinde Skinner, epigenetik araştırmalarına ait sonuçları Lamarkizm diye yorumluyordu. ‘Lamarckçı iddialar zamanında tutmamıştı, sonra Darwin’in evrim teorisi, o da tutmadı. Bunun üzerine neo-Darwinist teori geliştirildi’ diyerek evrim teorisinin yeniden gözden geçirilmesinin gereğine değiniyor, ‘Birleşik Evrim Teorisi’ adı altında Darwinizm safsatasına kendince yeni bir izah getiriyordu.

Bu yazımızda epigenomun ne olduğunu açıklayarak, çevresel etkenlerin organizmaya yeni bir genetik bilgi eklemeyeceğini göstereceğiz.

Bilgilerin Yazılı Olduğu DNA Kod Sistemi

Bugün ilerleyen teknoloji sayesinde DNA’yı ve nasıl çalıştığını daha iyi anlayabiliyoruz. İnsan DNA’sının içeriği, bin ciltten oluşan bir ansiklopediye ancak sığdırabileceğimiz bir bilgi denizidir. Moleküller arası tepkimeler, kimyasallar arasındaki etkileşimler bu dev bilgi bankasında yazılıdır. Elbette ki, hazır bulunan en ufak bir bilgi parçası; bu ister bir harf, bir işaret ya da yarım bir cümle olsun, akıl sahibi birinin mesajı olarak yorumlanır. Issız bir çölde üst üste konmuş ya da düzenli sıralanmış 3 taş parçası görüldüğünde, bunun akıl sahibi biri tarafından bırakılmış bir  mesaj olduğu hemen anlaşılır. Moleküllerle kodlanmış DNA da, üstün bir aklın varlığına işaret eder. Akıl ürünü herhangi bir işaret kaşifleri nasıl heyecanlandırıp o bilginin sahibini araştırıp bulmaya yöneltiyorsa, bilim adamı da DNA’yı yazan aklı araştırmak ve bulmakla yükümlüdür. DNA materyalist felsefenin kör tesadüflerle açıklayamayacağı mükemmellikte çalışan canlı bir kod sistemidir.

Bilginin Seçilerek Kullanılması

Hücre içine DNA’dan devamlı bir bilgi akışı vardır. Ancak şaşırtıcı olan, DNA’da kodlu bilginin seçilerek aktarılmasıdır. Örneğin insanda, farklı doku ve organları oluşturan yaklaşık 1 trilyon hücre bulunur. Tamamen aynı DNA’ya sahip olmalarına rağmen hücreleri birbirinden farklı kılan ise, bulundukları dokuya göre, DNA’daki farklı genlerin çalışıyor olmasıdır. Bu amaçla DNA’da gerektiğinde belli genler açık, gerekmediğinde ise kapalı tutulmaktadır. Genler protein kodlayan DNA bölgeleridir. Farklı proteinlerin üretimi, o hücrenin farklı bir şekilde davranmasına, nöron, karaciğer, pankreas, kas veya deri gibi birbirinden tamamen ayrı hücreler olarak görev edinmesine sebep olur.

Burada yine aralıksız devam eden üstün bir aklın ürünü olan atomik hassasiyette bir kontrol mekanizmasıyla karşılaşırız. Hücrenin bulunduğu ortam, şartlar ve ihtiyaçların farkında olan bu kontrol mekanizması, ihtiyaç duyulan genleri açık tutarken, diğerlerini ise kapalı tutmaktadır. Bu gerçekten de hayret verici bir işleyiştir.

Buradaki hassas çalışmayı bir örnekle inceleyelim. Beyindeki bir nöron hücresi, pankreas hücresinin ürettiği insülini üretmez; diğer yanda pankreas hücresi de bir nöron gibi elektrik sinyalleri üretmez. Peki bunu belirleyen nedir? İnsülin üretimini kodlayan gen neden diğer tüm hücrelerde susturulmuştur? Pankreastaki bir hücre, kafatasında olmadığının ama karın boşluğunda bulunduğunun nasıl olur da farkındadır? Karanlıklar içinde, 25 bin gen arasında o genin insülin kodlayan gen olduğunu nereden bilmekte ve onu nasıl açıp okumaktadır?

Kütüphanedeki Bilgileri Bilen ve Seçen ‘Üst Akıl’

Her şeyi bilen Allah’ın yaratmasının her an devam ettiği çok açıktır. Ne beyni olmayan, şuursuz hücreler bu kontrolü ele alıp yönetebilirler ne de beyine sahip olan bizler bunu yönetebiliriz. Bilginin varlığı tek başına hiç bir şey ifade etmemektedir. Aksine, DNA’daki kodların bilinçsiz kullanımı başıbozukluğa ve karmaşaya neden olacaktır.

Bebeğin anne karnındaki gelişimi sırasında da genlerin akıllı kullanımına şahit oluruz. Bu bize, yalnızca hücrenin yerleşeceği yerin değil, zamanlamanın da farkında olunduğunu gösterir. Belli genler yalnızca cenin gelişiminin ilk aylarında aktif olup, sonra ömür boyu hep susturulmuş olarak kalırlar.

Buradaki bilinç henüz bölünüp ortaya çıkmış bir hücreye elbette ki ait değildir. Gözlemlediğimiz süreç, her şeyin üstünde olan bir gücün, her şeyi her an kontrol edip yönettiği hayranlık uyandırıcı bir yaratmadır.

Canlılığı belirleyen şeyin yalnızca DNA kodlarından ibaret olmadığı bugün anlaşılmış bulunmaktadır. DNA’yı inceleyen genetik bilimi artık şu önemli sonuca varmıştır: DNA’nın üzerinde, onu yöneten bir akıl‘vardır. Bu akılbilim çevreleri tarafından bugün ‘EPİGENOM’ olarak adlandırılmaktadır. ‘Epi’ eki, ‘üstünde’ anlamına gelir ki, genomun yani DNA’nın üzerinde etkili olan yönetici mekanizmaya işaret eder.

Epigenom: Karar-Seçim-Üretim

Epigenom kavramı, özetle, zamana ve çevresel ihtiyaçlara göre ihtiyaç duyulan genlerin açılması ve burada yazılı bilgilerin deşifre edilerek ilgili proteinlerin üretimi anlamına gelir. Bu akıllı hassas üretimin evrimle açıklanması ise mümkün değildir. Evrim, burada, ne yazılı biyokimyasal bilginin varlığını ne de bu bilginin seçilerek üretim sürecine dahil edilmesini açıklayabilir. DNA’daki bilginin tesadüflerle yoktan meydana geldiği iddiası, bilimin sunduğu hayranlık uyandırıcı delillerle artık tümüyle susturulmuştur. Öyle ki, burada organizmanın o sırada neye ihtiyacı olduğunu anlayıp sonra da o ihtiyacın hangi kodlarda yazılı olduğunu bilen bir mekanizma söz konusudur. Bu mekanizma, o kodları sarmal halinde paketlenmiş DNA zincirinde bulup daha sonra deşifre etme yeteneğine sahiptir. Bu hassas moleküler süreç, kuşkusuz ki hiç bir şekilde şuursuz mekanizmalarla açıklanamaz. Çok açıktır ki, epigenoma dair gözlemlediğimiz doğru karar, doğru seçim ve doğru üretim adımları, her şeyi bilen bir aklın ve gücün varlığına delil teşkil etmektedir. O güç ve akıl, tüm alemleri yaratan ve onlar üzerinde sürekli koruyucu olan Yüce Rabbimiz Allah’tır.

Epigenom Yeni Bir Bilgi Oluşturur mu?

Epigenom sayesinde, organizmanın koşullara bağlı olarak açılan genlerinin 10 ile 100 nesle kadar faaliyetine devam ettiği saptanmıştır. Ancak unutulmaması gereken, burada yeni bir bilginin oluşmadığı gerçeğidir. Epigenom yalnızca, halihazırda var olan genlerin üretime dahil edilmesi ya da üretimden çekilmesine dair yönetim sürecidir. Oysa evrim masalı, değişen koşullar karşısında organizmanın yeni çözümler icat ettiğini, bunu da yepyeni genler üreterek yaptığını iddia etmektedir. Ancak genetik bilimi bizlere, böyle bir mekanizma bulunmadığını göstermiştir. Genlerin açıp kapanmasıyla oluşan varyasyonlar, sadece o türün genetik bilgisi dahilinde değişikliklere yol açarlar. Bu, türün değiştiği anlamına hiçbir şekilde gelmemektedir. Tür, çevresel koşullara bağlı olarak varyasyonlar geçirse de, aynı türün üyeleri ile yine çiftleşebilmekte ve yeni nesiller üretebilmektedir.

SONUÇ: Epigenomla Evrime Bir Darbe Daha

Epigenom DNA’da var olan genlerin açılıp kapanmasından başka bir şey değildir. Bu durumda epigenom evrim iddiasına, organizmanın kendini zamanla geliştirdiği savına darbedir. Genetik bilgi, organizmanın ilk ortaya çıktığı andan itibaren aynı mükemmelliktedir. DNA kodlarının akıllı yönetimi organizmanın nesilden nesle değişen koşullara kendini uyarlamasını sağlamaktadır. Bu çerçevede, epigenomun, Yüce Rabbimiz tarafından planlanmış bir program olduğu açıktır.

Kaynak:

http://ift.tt/2fIA7Tb

KAYNAK ALINAN SİTE

The post Michael Skinner’e cevap: Epigenom DNA’ya YENİ BİLGİ SAĞLAMAZ appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2sattNs

10 Haziran 2017 Cumartesi

Evrim Teorisinin Okul Baskınlarındaki Rolü

Son yıllarda Avrupa ve ABD’de gerçekleşen silahlı okul baskınlarında çok sayıda öğrenci katledildi. Medya çoğu zaman bu katliamları bunalımlı veya sosyopat davranışlı (antisosyal kişilik bozukluğu) olan kişilerin eseri olarak yansıttı. Ancak dikkatlice incelendiğinde bu katliamların ardında bambaşka bir etken daha göze çarpıyor: Yaşamın, güçlü ile zayıfın mücadelesi olduğunu iddia eden evrim teorisi.

Amerika Birleşik Devletleri’nin Colorado eyaletinde Columbine Lisesi son sınıf öğrencileri olan Eric Harris ve Dylan Klebold’un 20 Nisan 1999 tarihinde beraber gerçekleştirdikleri silahlı okul baskınında 13 kişiyi katletmiş ve ardından intihar etmişlerdir. Bir gazete verdiği haberde “Columbine Lisesi’ni basarak 13 arkadaşını katleden saldırganlar Eric Harris ve Dylan Klebold’ın Darwin’in ‘doğal seleksiyon’ teorisinden etkilendiği ortaya çıktı” [1] cümlesi ile bu katliamın nedenini açıklamıştır.

Eric Harris, baskın esnasında, uyguladığı şiddetin kökenini belli eden bir tişört giymiştir. Tişörtünün üzerinde “doğal seleksiyon” yazmaktadır. Katliamcılar video kayıtlarında evrim teorisindeki doğal seleksiyon ve zayıfların ayıklanması fikrinden etkilendiklerini söylemişlerdir. Katliamda 13 yaşındaki kızı Rachel’i kaybeden, oğlu Craig’i zorlukla kurtaran Darrell Scott bu konuyu şöyle anlatmıştır:

“Katliamın arka planına bakılmaması çok şaşırtıcı. Katil Harris öğrencilere ateş açarken üzerinde ‘doğal seleksiyon’ yazılı bir tişört bulunuyordu. Zayıfları öldürerek doğal seleksiyona yardımcı olmayı planladıklarını itiraf ettikleri video kayıtları ortaya çıktı. Kendilerini doğal seleksiyonun sonucu olarak, sınıf arkadaşlarından üstün görüyorlardı.” [2]

Harris, insanları ve bitkileri aşılamanın doğanın istenmeyen otları ayıklama sürecine müdahale olduğunu söyleyecek kadar Darwinisttir. Hatta tehlikeli yiyeceklerin üzerinde dahi uyarı bulunmamasını istemiş, “doğal seleksiyonu seyrine bırakalım, bütün şişman, çirkin, özürlü, sakat, aptallar ölür ve böylece belki insanlık kendiyle gurur duyabilir” [3] demiştir.

Columbine’de öldürülen altı çocuğun ailesinin avukatlığını yapan Barry Arrington, Eric Haris’in Darwin’e ne derece bağlı olduğunu şöyle anlatmıştır:

“Eric Harris’in tüm günlüklerini okudum, tüm ses kasetlerini dinledim, video kasetlerini izledim. Anladım ki Harris, bilinçli olarak davranışlarının evrimle ilgili öğrendiklerinin mantıklı bir sonucu olarak görüyordu. Darwinizm, onun yaptıklarının entelektüel gerekçesine hizmet etti. Harris’in Darwin’e tapan biri olduğuna ve kendini onun prensiplerini uygulan biri olarak gördüğüne dair en ufak bir şüphe olamaz.” [4]

Psikiyatri Uzmanı Dr. Kubilay Boğoçlu, “Psikiyatri ve Hayat” isimli internet sitesinde, Columbine Lisesi’nde yaşanan katliamın ayrıntılarına ve saldırganların psikolojik analizlerine yer vermiştir. Boğoçlu, sitede katliamcıların ilk kurbanının özel olarak seçilmiş olduğuna vurgu yapmıştır. Katliamcıların ilk kurbanı kız öğrenci Rachel Scott’tı. Rachel’in babası rahiplik yapmış biriydi ve Rachel, Hıristiyan kültürü içinde yetiştirilmişti. Örneğin okulda yaptığı bir gösterinin adı, Watch the Lamb (Kuzuları Korumak) idi. Klebold, bu projeyi, projenin hazırlanmasında Rachel’e bizzat yardım ettiği için biliyordu. Yani ilk kurban bir din adamının kızıydı ve zayıfların korunup kollanması gerektiğinin anlatıldığı bir gösteri düzenlemişti. [5]

Oysa Harris ve Klebold kendilerini zayıfları yok etmesi gereken güçlü ve üstün canlılar olarak görüyorlardı. Nitekim Harris zayıfları ortadan kaldırmak yoluyla doğal seleksiyon sürecini anlattığı bir videoda “sınıf arkadaşlarından daha yüksek bir seviyeye evrimleştiklerini” açıkça söylemişlerdi. [6]

Harris, Darwinist yaklaşımını internette yayınladığı bir videosunda şöyle dile getiriyordu:

“Yakında geliyorum. Herkes için geliyorum. Dişlerime kadar silahlanacağım, her şeyi, herkesi öldüreceğim. Kuralları ben koyacağım (yasa benim). Bu kuralları beğenmezsen ölürsün! Eğer senden hoşlanmazsam veya benden istediğin şeyden hoşlanmazsam seni öldürürüm. Benim sizlerle olan problemleri çözme yolum bu; öldürmek!” [7]

Evrim teorisinin ‘yaşamın –güya- bir savaş alanı, fiziksel güç kullanarak üstünlük elde etmenin de sözde bir doğa kanunu olduğu’ gibi saldırganlığı ve ahlaki dejenerasyonu körükleyen mantıklarının, özellikle son dönemde okullarda ortaya çıkan gayri ahlaki eğilimleri ve şiddet içeren eylemleri de tetiklediği yadsınamaz bir gerçektir.

Katliamcılar, kendilerini yaşam savaşındaki bir ordunun neferi olarak görmektedirler.

Sahip oldukları çarpık bakış açısına göre doğaya bir çatışma hâkimse; kendilerinin zayıf gördükleri insanları öldürmeleri bir aslanın bir ceylanı öldürmesi kadar doğaldır. Bir aslanın ceylanı öldürmesine şaşırmayıp ona hesap sorulmuyorsa kendilerine de hesap sorulmamalıdır. Çünkü onlar da Darwin’in öğretisindeki aslanlar gibi doğadaki doğal seleksiyonun gereğini yapmaktadırlar. Nitekim 2007 yılında Pennsylvania’da okulda katliama hazırlanırken yakalanan bir öğrencinin de Natural Selection’sArmy – Doğal Seleksiyon Ordusu” isimli bir internet sitesini sıkça ziyaret ettiğinin ortaya çıkması, bu sapık yaklaşımın saldırılarda önemli bir etken olduğunu ortaya koymuştur. [8] Dahası bu sitenin ziyaretçileri ‘katiller için siber okul’ diye adlandırılan benzer birçok sohbet odalarına da katılıyordu. Bu siteler polis tarafından fark edilince servis sağlayıcıları tarafından hemen kapatıldı. Ancak bugün hala birçok genç ani ve aşırı vahşeti Darwin’in dönemiyle ilişkilendiren bir bilgisayar oyunu oynamaya devam ediyor. Rakip tarafların birbirlerini yok etmeye çalıştıkları bu popüler bilgisayar oyunun adı ‘Doğal Seleksiyon’. Kahramanların Harris ve Klebold olduğu bu oyunda Columbine katliamının orijinal görüntüleri kullanılıyor. [9]

Basına verilen bilgilere göre Doğal Seleksiyon Ordusu (Natural Selection’s Army) sitesini sık sık ziyaret edenlerden biri de 18 yaşındaki Finlandiyalı öğrenci Pekka-Eric Auvinen. Auvinen, 7 Kasım 2007 tarihinde Tuusula kentindeki Jokela Lisesi’ne yaptığı silahlı baskında 6 öğrenci ve 2 okul yetkilisini öldürmüş ve ardından intihar etmişti.

“Teoriden İlham Aldım” başlıklı bir gazete haberinde Auvinen’in yaptığı katliamın ardında yatan neden şöyle anlatılmıştır:

“Finlandiya’da 7 Kasım 2007’de okulunu basan 18 yaşındaki silahlı öğrenci Pekka Eric Auvinen, öğretmenini dizlerinin üstüne çökmeye zorladıktan sonra vurarak öldürdü. Sekiz arkadaşını da katleden Auvinen’in de Darwin’in evrim teorisinden esinlenilerek kurulan “Doğal Seleksiyon Ordusu” isimli internet sitesinin müdavimlerinden olduğu ortaya çıktı. Auvinen daha sonra Darwin teorisinden ilham alarak katliamı gerçekleştirdiğini itiraf da etti.” [10]

Pekka Eric Auvinen katliamdan önce internette kendine bir savunma hazırlamıştı. Auvinen bu savunmasında “kendini ‘Sosyal Darwinist’ olarak tanımlıyor, doğal seleksiyonun artık çalışmadığını ve hatta aksi yönde çalıştığını söylüyordu. Aptal, zayıf, akılsız insanların zeki, güçlü, akıllı insanlardan daha hızlı ürediğinden söz ediyordu. Eğer toplum ikinci tip insanların hayatta kalmasını sağlayamazsa gen havuzunun kötüye gideceğinden emindi. Bu problem hakkında ne yapabileceği ile ilgili kafa yoruyordu. Sonunda hayatın sadece anlamsız tesadüfler ve uzun rastgele mutasyonlardan ibaret olduğunu ve bir şey yapmaya çalışmanın çok anlamı olmayacağını düşündü. Fakat sonunda doğanın acımasızlığını taklit ederek doğal seçici olarak kendi payına düşeni yapabileceğine karar verdi.” [11]

Auvinen, bu kararı vermesine neden olan gerekçeyi ise şöyle açıklıyordu:

“Yeryüzündeki pisliklere merhamet yok. İnsan sevgisine çok fazla değer veriliyor. Güçlünün yaşamını sürdürmesini ve doğal seleksiyonu tekrar yürürlüğe koymalıyız.” [12]

18 yaşındaki Auvinen, baskından önce çeşitli sitelerde farklı kullanıcı isimleriyle birçok video yayınlamıştı. Bunlar karamsar ve agresif şarkılar eşliğinde şiddet içerikli görüntülerden meydana geliyordu. Böylesine kanlı bir katliamı gerçekleştiren birinin şiddete eğimli olması kuşkusuz kimseyi şaşırtacak türden bir şey değildir. Ancak videolardan birisi bu şiddetin arka planına ışık tutması açısından özellikle dikkat çekiciydi. Auvinen, sitelerden birinde “Hepinizi Öldüreceğim 667 (I’m gonna Kill You All 667)” kullanıcı ismiyle yüklediği “Felsefem” başlıklı videoda bu katliamı doğal seleksiyonun bir gereği olarak gerçekleştirdiğini anlatıyordu.

Doğal seleksiyon, bir diğer deyişle doğal seçilim, Charles Darwin’in evrim teorisinin temeline oturttuğu bir kavramdır ve sözde hayatta kalma mücadelesini sürdüren hayvanlardan güçlü olanların zayıf olanları elimine etmesini ifade etmektedir. Hiçbir bilimsel bulguya dayanmayan bir kavram olan doğal seleksiyon, gerek insanı herhangi bir şuurdan yoksun doğa olaylarının ürünü olarak tanımladığı, gerekse şiddete dayandığı için hem ateist felsefelerin hem de şiddet yanlısı ideoloji ve hareketlerin vazgeçilmez bir dayanağı olmuştur. II. Dünya Savaşı’nda milyonları ölüme gönderen diktatörler, savaşmayı doğal seleksiyonun bir gereği olarak görmüşler, propagandalarında Darwinizm’e fazlasıyla atıfta bulunmuşlardır.

Ve “doğal seleksiyon”, Jokela Lisesi katliamında da karşımıza çıkmıştır. Auvinen, “felsefe”sini anlattığı videosunda doğal seleksiyonu uygulamaya koyma çağrısı yapmıştır. Üzerinde “İnsanlık Önemli Değil” yazılı tişörtle poz veren Auvinen, Darwinizm’in insana verdiği -daha doğrusu vermediği- değeri gösterir şekilde aynen şu ifadelere yer veriyordu:

“Ben sadece doğal seleksiyona inanan normal bir anarşistim. İnsanlar doğal seleksiyonu tekrar uygulamaya sokmalı. Hayvanlar bu şekilde yaşıyor, insanlar da neden öyle yaşamasın ki? Bizler de nihayet sadece hayvanlarız. Biz insanlar, yeryüzündeki en kötü hayvanlarız. Bizi doğuran dünyayı kirlettik ve yozlaşmış bir toplumla ortaya çıktık. Bütün dünya kötü durumda ve toplum çöküşün eşiğinde. Bu yüzden [doğal seleksiyon] olmalı. Ne kadar erken olursa o kadar iyi. … Kanun, sadece güçlü olanın fikridir… Bu yüzden hayatınızın kontrolünü ele almalı ve anarşist olmalısınız. Ne istiyorsanız onu yapmalı, size ne yapacağınızı söyleyenleri dikkate almamalısınız. Bu sizin hayatınız. Güçlü olanlar hayatta kalırken, zayıf olanlar ölmeliler. Bu, güçlü olanın hayatta kalmasıdır, doğal seleksiyondur. Hayvanlar sürekli olarak ölürler. Bir köpeği, başka bir köpek öldüğü için ağlarken görmezsiniz. İnsanlar da ölürler. Tepki aynı şekilde olmalıdır. Bu sadece doğal bir şeyden ibarettir, büyük veya önemli bir şey değildir. Tanımadığınız birisi için ağlamayın, bu üzücü bir durum değildir… Benim kişisel görüşüm şudur: İNSAN IRKININ SOYKIRIMI GERÇEKLEŞTİRİLMELİDİR”. [Büyük harfler orijinaldir] [13]

Auvinen, görüşlerini anlattığı manifestosunda, bu katliama girişmesinde Darwinist görüşlerinin etkili rol oynadığını şu sözlerle açıkça ifade ediyordu:

“Davam için dövüşmeye ve ölmeye hazırım… Bir doğal seçilimci olarak, uygun görmediklerimi, insan ırkının ve doğal seleksiyonun yüz karalarını elimine edeceğim. Hayır, gerçek şu ki, ben sadece bir hayvan, bir insan ve bir muhalifim… Artık doğal seleksiyon ve güçlü olanın hayatta kalması ilkesini yeniden yoluna koymanın vakti geldi!” [14]

Darwinizme olan bağlılığını ifade eden okul katliamcıları sadece Auvinen, Klebold ya da Eric Harris değil. 2007 yılının Nisan Ayında ABD’de Virginia Teknik Üniversitesi kampüsünde 32 kişinin ölümüyle sonuçlanan silahlı saldırının faili Seung-Hui Cho başka bir Darwinist katliamcıdır. Okul katliamlarının konu edildiği bir gazete haberinde “Zayıfları Öldürün” başlığının altında Cho’nun Darwin’in fikirlerinden nasıl etkilendiği şöyle anlatılmıştır:

“ABD’de Virginia Teknik Üniversitesi’nde 2007 yılı Nisan ayında yaşanan katliamı gerçekleştiren öğrenci Seung-Hui Cho’nun da Darwin’in fikirlerinden etkilendiği söyleniyor. Cho, katliamı yapmadan önce bıraktığı notlarda arkadaşlarını küçük gördüğünü söylemiş ve zayıf olanların ölmesi gerektiğini söylemişti. Cho ona yakın arkadaşını açtığı ateşle öldürdü, birçoğunu da yaraladı.” [15]

Tek Taraflı Darwinist Eğitimin Etkileri

Darwinist eğitim, insanlara hayatlarının bir amacı olmadığı yalanını aktararak onları her türlü umut ve sevinçten yoksun, karamsar ve cani kişilikli ruh hastalarına çevirmektedir.

Bunun en son örneklerinden biri Norveçli Anders Behring Breivik’tir. Breivik 22 Temmuz 2011’de Norveç’te yaşanmış olan çifte terör saldırılarının faili olduğunu itiraf etmiştir. Bu saldırılardan biri Oslo’daki hükümet binasına yapılmış olan, sekiz kişinin ölümüyle sonuçlanan bombalı saldırıdır. Diğeri ise, Utoya Adası’ndaki, İşçi Partisi’nin gençlik kampına yapılan saldırıdır. Bu saldırı neticesinde 69 kişi hayatını kaybetmiştir.

Breivik saldırılarından önce “Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi” adlı kitapta görüşlerini anlatmıştır. Kitabının1518’inci sayfasında ise, kendisini bilimsel dünya görüşünün ve modern biyolojinin şampiyonu olarak gördüğünü ifade etmiştir. En “önem verdiği” kitaplar sıralamasında ise Charles Darwin’in Türlerin Kökeni adlı kitabı yer almaktadır. [16] Breivik’e göre, “kusursuz Avrupa” Sosyal Darwinizm kurallarını içermelidir. [17]

Breivik, kitabının 1202’nci sayfasında ise Princeton Üniversitesi’den Darwinist Biyolog Lee Silver’ın öjeninin tekrar uygulamaya konmasını savunmasına tamamen katıldığını belirtmektedir. Silver’ın dünya nüfusunun şimdikinin yarısından daha aza ya da 3.8 milyara indirilmesi için “gelecekte radikal politikaların uygulanmasının zorunlu olduğu” şeklindeki görüşlerine de aynen katılmaktadır. [18] Aynı sayfada, Breivik’in Darwin’in “soykırım ve doğal seleksiyon … el ele gider” argümanını ne kadar benimsemiş olduğu şu cümlelerde net şekilde görülmektedir:

“ikinci ve üçüncü dünya ülkeleri” insan nüfusundaki artışı frenleyemezlerse, “doğa, yaşanacak kıtlıkla onların bu hatalarını düzeltecektir” [19]

Argümanının devamında Breivik, Batılı ülkelerin bu doğal sürece, yani yaşanan kıtlığa, müdahale etmemeleri gerektiğini şu cümleler ile savunmuştur:

“Eğer nüfus kontrolü kurallarımıza uymamış olan ülkelerde kıtlık baş gösterirse, onlara herhangi bir şekilde yardım göndermek ya da başarısız liderlerine arka çıkmak şeklinde destek olmamalıyız.” [20]

“Aşırı nüfusun birinci sorumlusu olan üçüncü dünya ülkelerine yapılan gıda yardımının derhal durdurulması gerekir.” [21]

Breivik’in bizzat yazmış olduğu bu sözlerden açıkça görülüyor ki aldığı Darwinist eğitim nedeniyle ahlaki değerlerden tamamen uzaklaşmış ve bunun neticesi olarak onlarca kişinin ölümüne sebep olan terörist eylemleri soğukkanlılıkla hayata geçirmiştir.

Darwinist eğitimin neden olduğu ahlaki çöküntü ve vahşetin bir diğer örneği de yakalanmadan önce 17 çocuğu öldüren ve cesetlerini yiyen Amerikalı seri katil Jeffrey Dahmer’dır. Dahmer, ölümünden hemen önce Dateline NBC kanalında yapılan son röportajında şu açıklamada bulunmuştur:

“Eğer bir insan, Kendisi’ne karşı sorumlu olduğu bir Yaratıcı’nın var olduğunu düşünmüyorsa, o halde niye uygun sınırlarda tutacak şekilde davranışlarınızı ıslah etmeye çalışasınız? Ben de işte böyle düşünüyordum. Her zaman evrim teorisinin, yani bizlerin (tesadüfen) sadece bir balçıktan geldiğimiz tezinin bir gerçek olduğuna inanmışımdır. Öldüğümüz zaman, her şey biter, artık hiçbir şey yoktur. [22]

Darwin’in kitleleri zehirlediği batıl inanç, insanları seri katil yapmakta, hatta onları insan eti yiyecek kadar psikopatlığa sürüklemektedir. İnsanlara, bir Yaratıcı’ya karşı sorumlu olmadıkları telkinini vermeye çalışan; onları amaçsız, sorumsuz, başıboş varlıklar olduğuna inandıran; insanı bir hayvan olarak gören ve ölümü bir son olarak göstererek insanları ahiret gerçeğinden uzaklaştırmaya çalışan bu sahte dinin getirdiği sonuç işte budur.

Son iki yüz yıldır dünyaya savaşları, katliamları, zalimliği, terörü, cinayetleri, kitle katliamlarını, dejenerasyonu ve her türlü belayı getiren en büyük sapkın güç Darwinizm’dir. Toplumlarda bir dönem gelişen dinsizliğin, ırkçılığın, kitle katliamlarının sebebi olan faşizmin, komünizmin ve dünya savaşlarının ardında GEÇTİĞİMİZ YÜZYILIN EN BÜYÜK ALDATMACASI VE EN BÜYÜK BELASI OLAN DARWINİZM VARDIR.

Darwin’in başlattığı bu kara belanın, toplumlar üzerindeki uğursuz etkisi günümüze kadar devam etmiştir. Darwinizmin günümüzdeki en güçlü savunucularından olan Richard Dawkins’in son kitabı da, insanları Allah inancından uzak, karamsarlığa ve ümitsizliğe iten telkinler içermektedir. Bunun en önemli örneklerinden bir tanesi, Amerika’daki Jesse Kilgore adlı 22 yaşındaki öğrencinin, profesörü tarafından kendisine tavsiye edilen Dawkins’in kitabının etkisiyle intihar etmesi olmuştur. [23]

Dawkins’in, Darwinizm’in karanlık ideolojisine dayandırdığı ürkütücü bakış açısının etkisi bu örnekle sınırlı değildir. Dawkins, Unweaving the Rainbow kitabının önsözünde bu gerçeği kendisi de itiraf etmiştir:

”İlk kitabımın yayımcısı, kitabı okuduktan sonra, verdiği soğuk ve kasvetli mesajdan çok bunaldığını ve üç gece boyunca uyuyamadığını itiraf etti. Bazıları da bana sabahları uyanmaya nasıl katlanabildiğimi soruyor. Uzak bir ülkeden bir öğretmen ise bana sitem dolu bir mektup gönderdi. Mektubunda, aynı kitabı okuyan bir öğrencisinin kendisine gözyaşları içinde geldiğini ve hayatın boş ve amaçsız olduğu düşüncesinin onu olumsuz yönde etkilediğini yazıyordu. Öğretmen, diğerlerinin de aynı “hiçlik karamsarlığı”ndan etkilenmemeleri için, öğrencisine kitabı başkalarına göstermemesini tavsiye etmiş.” [24]

Bu karanlık bela, yani Darwinizm; insanları ölüme, cinayete, karamsarlığa, hiçlik duygusuna, vahşete ve dehşete sürükleyen, insanlara tesadüfen var olmuş bir hayvandan başka bir şey olmadığını telkin eden sapkın bir dindir. Bu dinin geride kalmış birkaç temsilcisi, insanları Allah inancından uzaklaştırabilmek için var güçleriyle çaba göstermeye devam etmektedirler. Bu nedenle Darwinizm’in zayıflıklarının okullarda okutulmasına canla başla karşı çıkmakta, yaratılışı ispat eden fosilleri saklamakta, proteinin tesadüfen meydana gelemeyeceğini, 350 milyondan fazla fosilin Darwinizm’i yerle bir ettiğini itiraf edememektedirler. Ancak tüm bu önlemlere karşın 21. yüzyılda insanlar artık yalanlara aldanmamaktadırlar. Darwinizm’in bir sahtekârlık olduğunun tüm dünyada deşifre edilmesinin ardından Darwinizm’i ayakta tutmak için gösterilen çabaların tümü boşa çıkmıştır.

Sonuç:

Darwinizm’in Toplum Üzerindeki Bu Yıkıcı Etkisi Göz Önünde Bulundurularak Okullarda Tek Yanlı Darwinist Eğitime Son Verilmelidir

Jokela, Columbine ve Virginia Teknik Üniversitesi katliamlarında saldırganların içinde olduğu psikolojinin ve onları bu davranışlara iten kişisel nedenlerin üzerinde durmak elbette gereklidir. Ancak tüm bu olaylara kaynaklık eden asıl ortak faktör, okullarda sürdürülen Darwinist eğitimdir. Bilindiği gibi okullarda öğrencilere, yaşamın yeryüzünde kendiliğinden başladığı ve insanın doğal seleksiyonla ortaya çıkmış gelişmiş bir maymun türü olduğu sözde bilimsel gerçekler olarak öğretilmektedir. Jokela, Columbine ve Virginia Teknik Üniversitesi saldırganları da okullarda verilen bu Darwinizm yanlısı eğitimi almış kişilerdir.

Darwinizm okul müfredatlarında bilimsel bir gerçek gibi anlatılır ve Darwinizmle beraber karşıt görüşün, yani evrenin ve insanların Allah tarafından, kıymetli bir amaç doğrultusunda yaratılmış olduğu gerçeğinin bilimsel olarak anlatılması yasaktır. Yani Darwinizm tek taraflı olarak, bilimsel bir gerçekmiş gibi lanse edilerek anlatılmaktadır. Halbuki Darwinizm başta 350 milyon fosilin canlıların değişmediğini açıkça göstermesiyle net olarak çöken, temelsiz bir teoridir. Daha derine indiğimizde ise, cansız varlıklardan canlılığın çıktığını iddia eden Darwinizmin, kendi iddiasının nasıl gerçekleştiğini bile açıklamaktan aciz kaldığı görülür. Pek çok noktadan köşeye sıkışan Darwinistlerin, “Piltdown Adamı skandalı” olarak meşhur olmuş olan, insan kafatası fosiline orangutan çenesi eklemek gibi hilelerle sahte fosiller oluşturdukları ise bilinen bir gerçektir.

Yukarıda çok kısa değinilen Darwinizm açmazlarının sayısı her alanda binleri aşmaktadır ve bilimin ilerlemesiyle bu sayı gittikçe artmaktadır. Ancak okullarda küçük yaşlardan itibaren görülen tek taraflı eğitim nedeniyle öğrenciler Darwinizmin vahşete sürükleyen öğretilerini doğru sanmaktadırlar ve bunun sonuçları korkunç olmaktadır. Haberlere yansıyan katliam olaylarının yanı sıra ferdî pek çok intihar vakası ve ahlaki bozulmanın ardında da Darwinizmi görmek mümkündür.

Bir an önce yapılması gereken, Darwinizmin tek taraflı telkin edilmesine son verip, müfredatta Darwinizme karşı çıkan bilimsel gerçeklere de yer verilmesidir.

Eğitim politikalarını belirleyenler, Darwinist eğitimin bu tarz sonuçlar oluşturabileceğini bilmeli, bu sorumluluğu üzerlerinde hissetmelidirler. Müfredatın bu yönde düzenlenip, gençlerin Darwinizm’in bilimsel çöküşü ve ideolojik arka planı hakkında bilgilenmesi sağlanmalıdır.

 

 


[1] Habertürk Gazetesi, 09.11.2009

[2] http://ift.tt/2sOZF6Z

[3] http://ift.tt/2sOZF6Z

[4] http://ift.tt/2sOZF6Z

[5] http://ift.tt/2sOZl8e

[6] http://ift.tt/2sOZF6Z

[7] http://ift.tt/2sOZl8e

[8] Habertürk Gazetesi, 09.11.2009

[9] http://ift.tt/2sOZF6Z

[10] Habertürk Gazetesi, 09.11.2009

[11] http://ift.tt/2sOZF6Z

[12] http://ift.tt/2sOZF6Z

[13] Pekka-EricAuvinen’s Video ‘My Philosophy’

[14] http://ift.tt/2sPgwXs

[15] Habertürk Gazetesi, 09.11.2009

[16] http://ift.tt/1gyYcuV

[17] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1386

[18] http://ift.tt/1gyYcuV

[19] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1386

[20] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1202

[21] Anders Behring Breivik, Avrupa Bağımsızlık Bildirgesi, s.1203

[22] Kelly J. Coghlan, Houston Chronicle Sunday-15 şubat 2009

[23] http://ift.tt/1UeXfGk

[24] Richard Dawkins, UnweavingTheRainbow, HoughtonMifflinCompanyNewyork, 1998, s. İx

 

KAYNAK ALINAN SİTE

The post Evrim Teorisinin Okul Baskınlarındaki Rolü appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2sOYWCL

Gökyüzünün Kral Kuşu Kartalların 23 Kral Özelliği

1- Gökyüzündeki en iyi hareket kabiliyetine sahip kuşlardan olan kartalların vücut yapıları her yönden kusursuzdur.

2- Kartalların hem yerden havalanıp uçabilecek kadar hafif olmaları, hem de avlarını yakaladıklarında rahatlıkla taşıyabilecek kadar güçlü olmaları gerekir.

3- Bir kel kartalın 7000’den fazla tüyü vardır, ancak bu tüylerin hepsini biraraya koyduğunuzda bütün tüylerinin ağırlığı yaklaşık 500 gram tutar.

4- Ayrıca kartalların vücutlarının daha hafif olabilmesi için, kemiklerinin içi de boştur. Bu kemiklerin birçok yerinde havadan başka birşey yoktur.

5- Bir kel kartalın tüm iskeletinin ağırlığı 272 gramdan sadece biraz fazladır. Kısacası kartalların ağırlığı uçmak için son derece idealdir.

6- Bir kartal uçarken kendisine gereken gücün çoğunu kanatlarını çırpışı sırasında, kanadının aşağıya doğru olan hareketinden alır.

7- Bu yüzden, kartalın kanatlarını aşağıya doğru iten kasların sayısı, kanatları yukarı doğru iten kasların sayısından daha fazladır.

8- Bir kartal için uçuş kasları çok önemlidir. Bu kaslar genelde kuşun vücut ağırlığının yarısı kadar bir ağırlığa sahiptir.

9- Kartallar kanatlarının pozisyonunu değiştirerek daha hızlı veya daha yavaş uçabilirler.

10- Hızlı uçmak istediklerinde, kanatlarının ön kenarlarını rüzgarın içine doğru çevirir ve böylece “havayı keserler”.

11- Kendilerini yavaşlatmak istediklerinde ise, bu sefer de kanatlarının geniş kısmını rüzgara doğru çevirirler.

12- Tüm kartalların gözlerinde “niktitant zar” denilen fazladan bir göz kapağı vardır. Bu kapağın işlevi gözleri temizlemek ve korumaktır.

13- Örneğin, kartallar yavrularını beslerken göz kapaklarını genel olarak kapalı tutarlar.

14- Bu yavruların yanlışlıkla ebeveynlerinin gözlerine bir zarar vermesini engellemek için alınmış bir önlemdir. 

15- Kartallardaki tasarım sadece kusursuz bir uçuş yeteneği için değildir.

16- Ayrıca tüylerinde yere iniş için de özel bir tasarım vardır.

17- Kartal inişini yaparken, kuyruğunu havalandırır ve vücuduna göre bir açıyla kuyruğunu aşağı çekerek hızını azaltır.

18- Kanatlarının uçlarını alçaltarak onları fren olarak kullanır. Ancak hızını kaybederken, kanatların üstünde oluşan hava akımı kartalın düşme tehlikesinin artmasına neden olur.

19- Kartal, kanatlarının ucunda bulunan üç-dört tüy öbeğini kaldırarak bu tehlikeyi önler.

20- Bunlar kanat yüzeyinde havanın düz bir çizgi halinde akmasına yardımcı olur ve kuşun rahatlıkla uçuşunu bitirmesini sağlar.

21- Buraya kadar verilen örneklerde çok açık görülen bir gerçek vardır.

22- Tek bir kartalın bedenindeki tasarımın birkaç detayı dahi tesadüfen oluşamayacak kadar mükemmeldir.

23- Bu da bize kartalları da tıpkı tüm diğer kuşlar ve tüm diğer canlılar gibi üstün güç sahibi Allah’ın yarattığını açıkça ispatlar.

KAYNAK SİTE

The post Gökyüzünün Kral Kuşu Kartalların 23 Kral Özelliği appeared first on Muhammet Taşdemir.



from Muhammet Taşdemir http://ift.tt/2rc3kys